2019’a girerken rejime ilişkin beklentiler

İçeride de dışarıda da son derece olumsuz bir tablo var. Her ne kadar iç politika ve dış politika birbirinden farklı dinamikleri olan alanlar da olsalar, birçok kesişme noktaları bulunuyor. Öncelikle aynı karar alma birince yönetiliyorlar. Birinde gerçekleşecek değişimler, diğerini de etkiliyor. Bu konuları anlatırken çoğu zaman kendi kendime bir boşluğa düşmüş gibi hissediyorum. Çünkü maalesef Türkiye’de herkes siyaset uzmanı olsa da (!), konuları çok basite indirgeyerek ele almak veya hiç bilmeden, sadece komplo teorileri çerçevesinde yorumlar yaparak kompleks korelasyonları açıkladığını sanmak çok yaygın. Daha siyaset ve politikanın eşanlamlı olduğunu anlamamış birçok insan varken, yanlış anlaşılmak, anlaşılamamaktan daha büyük bir sorun. “Dış politika siyaseti” gibi kavramların kullanıldığı ülkemizde, komplo teorilerinin sihirli varsayımlarıyla tüm küresel siyaseti anladığını ve analiz ettiğini sanan okur sayısından çok, oransal olarak dikkate değer rakamlardaki yazar sayısı benim daha çok umutsuzluğa kapılmama neden oluyor.

Nereden başlayalım?

Öncelikle, sosyal olay ve olgularda genellikle tek neden tek sonuç ilişkisi olmuyor. Yani doğayla ilgili görüngüleri (şeyleri diyelim) neden-sonuç bağlantılarıyla açıklarken, sosyal alanda birçok olayın birden fazla nedeni olabiliyor. Cisimlerin neden yere düştüğünü yerçekimi yasası gibi bir fizik kural çerçevesinde anlarken, bir ülkede demokrasinin neden çöktüğü sorusunun tek bir önermeyle açıklanması olanaklı değil. Bu son derece hayal kırıklığına neden olan, yorucu bir anlama sürecini beraberinde getiriyor. Konunun dışındaki kişiler yüksek eğitim almış insanlar da olsalar, genellikle sosyal bilimlerin bu çetrefilli durumunu bilmiyor ya da kabullenemiyor. Görüntüde olayları açıklamak daha kolay çünkü! Örneğin Gezi Parkı Protestoları’nı açıklarken, hakim söylem dış mihraklar dediğinde veya faiz lobisinden söz ettiğinde ve bunları ana diskur olarak topluma kabul ettirmeyi başardığında, akabinde her türlü fabrikasyon öykü de gerçek olarak kabul edilebiliyor: camide bira içenlerden, üzerlerinde deri giysiler olan ve başörtülü bir kadının ve bebeğinin üzerine işeyen seküler tipler gibi söylemler, bu konularda İslamcı politikalarla “hassaslaştırılmış” kitlelerce sorgulamadan kabul görüyor.

Öykülerin gerçekle ilgisi olmasa bile, bu fabrikasyon söylemleri kendi yaşamışçasına mitleştirerek ve ballandırarak çevresine anlatan tonton “mütedeyyin” amcalar, toplumsal vicdan ve ahlaki kıstasları, bu fabrikasyon kutuplaştırma tasarımları üzerine inşa ediyor. Yani, politikalar oluşturulurken, bu tür yapay olarak yaratılmış “yerli ve milli” beklentilere karşılık veriliyor. Bu tür durumlarda kimse Gazze’deki Hamas’ı eleştiren El Fetih’i önemsemez. Veya doların düşüşüne ilişkin rasyonel ve ekonomi bilimine dayanan akıl yürütmelerle ilgilenmez. Çünkü kitlelerin antisemit damarı üzerinden siyasi meşruiyet devşirmek için İsrail’le görüşmelerden yana olan ve terörizme bulaşmayan El Fetih araçsallaştırılamıyor. Veya cari açıktan, betona yapılan ölü yatırımlardan, pahalı mega-projelerin hasar verici etkisinden, yok edilen tarım sektöründen, astronomik rakamlardaki dış borçtan, denetlenemeyen bütçeden, işlevsizleştirilen ve siyasileştirilen Sayıştay’dan falan bahsetmek, beyhude çabalar. Faiz lobisi ve Yahudi lobisi çok daha kolay “kabul gören” söylemler. Neden, çünkü basit, anlaşılır ve İslamcı-nasyonalist jargona uygun. İçerideki olumsuzlukların yansıtma psikolojisiyle dış faktörlerle açıklandığı rejimler, genelde şeffaflıktan uzak ve özgür medyanın olmadığı rejimlerdir. Rusya böyledir mesela. Türkiye’de olanlar bu nedenle hayrete yol açmamalı, garipsenmemeli.

Yansız ve sade, birkaç cümleyle iç ve dış siyasetteki sorunları özetleyeyim.

Türkiye, demokrasisinin belli bir standartta olduğu bir ülkeyken, bir devasa bir yolsuzluk sarmalının ifşa olmasıyla birlikte demokratik bir erozyon sürecine girdi. Kirli bir ittifakla beraber Erdoğan’cı çevresi ve Ergenekon’cu derin yapı devletin tüm kilit birimlerini kendi kontrolleri altına aldılar. Bu süreçte Ergenekoncular hapisten çıkartıldı, Kürtlerle çözüm süreci sonlandırıldı, liberal demokrasiden uzaklaşıldı, Batı’yla (NATO, AB, ABD, Almanya vs.) araya çok ciddi mesafe konuldu, bu güç boşluğunu dengelemek için Rusya’ya yaklaşıldı. 15 Temmuz’u kim yaptı, denen yaptı, nasıl yaptı, niçin askerler köprünün tek şeridini kapattı, TBMM’de blast etkisi neden çatıyı tahrip ederek dıştan içe yere doğru değil de, çatıyı tahrip etmeden içten dışa, duvardan dışarıya doğru gerçekleşti, tutuklanacaklar nasıl oldu da birkaç haftada derdest ediliverdi gibi sorulara girmeksizin, bu darbe girişimi Türkiye’deki klasik siyasi sistemin sonunu getirdi! Yani burada olan olayları belirtmekle yetiniyorum. Nedene nasıla girmiyorum.

İç politikada ve dış politikada bugün bambaşka davranan bir Türkiye var. İnsan hakları rejimi dünya sıralamasında en alt sıralara düşmüşken hala AB üyeliği hedefinden bahseden bir dışişleri bakanı var bu rejimin. Elbette anlama özürlü değil, o da biliyor AB üyeliği ile Türkiye’yi aynı cümlede kullanmanın bile absürt bir şey olduğunu. Ancak bu tür konulara yüklenecek bir muhalefet de yok. Ben MHP’nin Erdoğan’a destek veren tek muhalif parti olmadığını düşünüyorum. CHP ve İyi Parti de “evcil muhalefet” yaparak İslamcı-nasyonalist ittifakın değirmenine mütemadiyen su taşıyor. Hala seçimlerden medet ummaları aptallık değil, strateji. Kanımca Türkiye’de herkes mevcut rejimden memnun. Hatta HDP içinde bir grup radikal bile, sistem içinde mülayimlere (mesela Demirtaş gibi olanlara) kapılar kapatıldı, şimdi radikallere daha fazla hareket alanı açılıyor türü bir beklenti içindeler. Daha dünkü kadına şiddeti protesto eden eylemlerde, içerideki Demirtaş ve diğer Kürt milletvekilleriyle belediye başkanlarını serbest bırakmayı talep etmektense, Öcalan’ın hapisteki engellemelerini ön plana çıkartmayı tercih ettiler. Yani ez cümle, toplumun tümü ya dincilikten ya da nasyonalizmden besleniyor. İktidarda kim var? İsimlere odaklanmadan, hemen rahatlıkla söyleyebiliriz: İslamcılarla nasyonalistler. Kim daha güçlü, sorusuna verdiğim yanıt: ne önemi var!

Neden kimin iktidarda olduğu ikincil sorun?

Bakın, İslamcılık da nasyonalizm de demokrasi ve insan hakları talep etmiyor. Bugün Türkiye’de açık toplum ve şeffaf yönetim, tolerans ve konsensüs, bireysel özgürlükler ve sosyal piyasa ekonomisi gibi taleplerle kitlelere umut vadeden hangi siyasi hareket var, sayıca dikkate değer olan? Yüzde birlik ikilik gruplardan değil, yüzde – haydi diyelim – beşlerin üzerinde olan? Sıfır. Kim gelirse gelsin başa, bugünkü faşizan otoriteryan garabet rejimin “nimetlerinden” yararlanmak ve “ötekileri” hacamatlamak için bu sistemi kullanmaktan yana, en özet şekliyle ifade edecek olursak eğer. Mesele Erdoğan değil. Zaten Yarına Bakış’ta yayınlanan makalelerimden birinde “post Erdoğan rejimi” meselesini incelemiş ve daha yıllar öncesinden bu tanıyı koymuştum. Dediklerim üç aşağı beş yukarı çıktı. Demem o ki, sisteme gelen kişi veya partiler sistemi değiştirmek gibi bir kaygı taşımıyor dostlar. Üzgünüm, size umut vermek isterdim, ama görünen o ki, herkesin derdi bu sistemi kullanarak, tekrar ediyorum: bu sistemden faydalanarak, rakiplerini saf dışı etmek. Dahası var! Kemalistlerin ulusalcılığı ile MHP’nin ulusalcılığı aynı şey. Arada olan sekiler karakterin başat mı az kararda mı olduğu meselesi, devede kulak bir mesele! Derin devlet için zaten İslamcı sosun aromasıyla bezenmiş bir yeni nasyonalizm daha makbul, şimdiki nesillere bu zokayı yutturabilmek için.

Bakın, balık oylata gelmiş, yeme vurmuş, yemi yutmuş, iğne ağza girmiş, misina sağlam, çırpınmanın manası yok. Yani geçmiş olsun. Bazıları zannediyor ki, Ergenekoncular işi devralınca bir rahatlama olur, Türkiye’de normalleşme başlar. Bu tür bir şans yok. Ergenekoncular eğer doğrudan ülke kontrolünü almaya karar verirlerse, bugünlerden daha sert bir takibat politikası olur. Alabilirler mi peki kontrolü? Şaka mı yapıyorsunuz? Bu tür rejimlerde orduyu elinde tutan güç, rejimde her şeyi yapabilir. Erdoğan mı orduyu elinde tutuyor bugün, yoksa derin devlet mi? Erdoğan’ın tabana etkin akkoyunlu “karizması” hariç, hiçbir şeyi yok bugün. Dolayısıyla derin yapı orduyu elinde tutuyor. Bu sanırım rejimin geleceğine ilişkin bir fikir verebilir.

Batı bunu yapar, ABD şunu yapar gibi beklentiler de sağlam dal değil. Yapar mı? Olasılık olarak mümkün olsa da, bu tür şeylere bel bağlamak, çölde tarım yapmak için düzenli yağmur beklemek kadar rasyonel olabilir. Komplo teorilerine göre değil, olayları rasyonel olarak ele alarak akıl yürütmek daha makul. Sonuç olarak, 2019’a bu ortamda ve koşullarda gireceğiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Cogu zaman yorum yazmaktan useniyorum, yazmayacagim diyorum AMA sizin yazilarinizi okuyunca TEBRIK etmekten kendimi alamiyorum.
    Sizin durusunuzu cok begendigim bir yazar olan Mumtazer Turkone ye benzetiyorum. Onun yazilarindan da cok zevk aliyordum. Olaylara farkli ve ustten yaklasabiliyorsunuz.
    Bundan once yazdiginiz ve bundan sonra yazacaginiz tum yazilar icin simdiden tesekkur ediyorum.
    Bilmenizi isterim ki, ben ve benim gibi bircok kisi sizin yazilarinizi-yorumlarinizi dort gozle bekliyor. Analizlerinizin cok isabetli oldugunu ve bu tur yaklasimlara cok ihtiyac oldugunu dusunuyorum. Saygilarimla…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin