15 Temmuz’dan sonra NATO Türkiye’ye nasıl bakıyor? [Konuk yazar: Göksel İlhan]

4 Nisan 1949 tarihinde askeri ve siyasal ortaklık şeklinde kurulan ve tarihin en başarılı ‘savunma ittifakı’ olarak anılan NATO’ya Türkiye, Yunanistan’la birlikte 1952 yılında eş zamanlı olarak kabul edilmişti. O tarihten bugüne Türkiye’nin NATO üyeliği uluslararası kimliğinin bir parçası.

Türkiye NATO içindeki konumunu hem kendi ulusal çıkarlarını gözeterek, hem de İttifak dayanışmasını destekleyerek sürdürmektedir. NATO’yu kuran Washington Antlaşmasının müşterek savunma hakkındaki beşinci maddesi diğer Müttefikler için olduğu gibi, Türkiye için de değerli bir güvenlik teminatıdır. Ayrıca NATO ülkemizin tam yetkiyle söz sahibi olduğu önemli bir uluslararası örgüttür. Bu bakımdan da NATO üyeliği Türkiye için çok önemlidir.

Bunun tersi de doğrudur. Ülkemiz Soğuk Savaş süresince İttifakın güneydoğu sınırını savunma sorumluluğunu taşımıştır. Soğuk Savaş sonrasında kriz yönetimi ve barışı koruma harekâtlarına yaptığı katkı ve izlediği aktif dış politika neticesinde ülkemizin NATO için önemi artarak sürmektedir. Türkiye, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahiptir. Çoğunluk nüfusun Müslüman olduğu bir Müttefik olma özelliğiyle NATO içinde özgün bir konumu bulunan Türkiye, gerek sert gerek yumuşak güç kapasitesiyle İttifakın faaliyetlerini sürdürdüğü coğrafyalar açısından ispatlanmış vazgeçilmez bir değere sahiptir.

Batı eğitimli subaylar tasfiye edildi

Bu nedenlerle NATO’nun önemli bir müttefiki olan Türkiye, 15 Temmuz 2016 öncesi, İttifakı kendisinin de ayrılmaz bir parçası olduğu Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğinin dayanağı olarak görmekte ve NATO kadrolarına en seçkin personelini görevlendirmekteydi. Bu kadrolarda görev yapan personelin hepsinin birbirinden parlak askeri ve akademik kariyeri mevcuttu. Aralarında MIT (Massachusets Teknoloji Enstitüsü) gibi dünyanın en tanınmış üniversitelerinin de bulunduğu Batılı eğitim kurumlarından doktora ve yüksek lisans derecesine sahip olanlar azımsanmayacak seviyedeydi.

Ancak her geçen gün biraz daha hakkında şaibelerin arttığı trajikomik darbenin yaşandığı geceden sonra her şey tersine dönüverdi. 20-30 yıl bu ülkeye şanla şerefle hizmet etmiş insanlar ve hatta aileleri bir anda hiçbir hukuki süreç işletilmeden terörist ilan edilmeye başlandı. Darbe esnasında yurtdışında bulunan batı eğitimli seçkin subaylar tasfiye edilirken yerlerine Rusya yanlısı (Perinçek ekibi) ve IŞİD zihniyetinin (SADAT, Menzil ekipleri) dolduruluyor olması da dikkatlerden kaçmadı. Hatta NATO’da görevi devam eden bazı Türk personelin mafyavari bir yaklaşımla emirle acil göreve çağrılıp tutuklanması ve aynı gün kamu görevinden çıkarılması hayretlerle karşılandı.

NATO şaşkınlıkla seyrediyor

er2Bu durum tek bir sesin hâkim olduğu Türkiye’de normal karşılansa da uluslararası çalışma ortamı olan NATO’da oldukça garipsendi. Bu konunun diplomatik gözlemcilerin dikkatinden kaçmadığının bir göstergesi olarak, 25 Ekim 2016’da NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nın gündemine ilişkin düzenlediği basın toplantısında kendisine “NATO karargâhlarındaki Türk subaylarının geri çekilmesine yönelik değerlendirmesinin sorulması” gösterilebilir. Stoltenberg, soruya politik bir cevap vermeyi tercih etse de Türkiye’deki darbe soruşturmalarının hukukun üstünlüğüne riayet edilerek yapılması gerektiğine inandığını ve bu görüşünü Türk muhataplarıyla paylaştığını da ekledi.

Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesine ve insan haklarına hangi ölçüde saygı duyulmakta olduğuna ise uluslararası kamuoyunun ikna olduğunu söylemek pek mümkün değil. Özellikle, Başbakan’ın “Biz yakalayacağız, onlar suçsuz olduklarını bize ispat edecekler” diyerek modern hukukun gereği olan delilden suçluya değil, diktatoryal bir yaklaşımla suçludan delile ulaşılmaya çalışılacağını ve böylelikle hukukun tersine işletileceğini ilan etmesi çok itici bulundu.

Humeyni Devrimi’ne benzeyen sahneler

ABD ve diğer müttefikler, güçlü ve istikrarlı bir Türkiye ile, terörle mücadele ve diğer uluslararası tehdit alanlarında çalışmaya devam etmek istediği için resmi olarak gündeme getirmemeye çalışsa da yıllardır omuz omuza çalışılan diğer müttefik ülke personeli yaşanan akıl almaz olayları büyük bir şaşkınlıkla izlemektedir. Yıllardır kendisi ile hem çalışma ortamını paylaştıkları hem de iş sonrası sosyal aile ortamlarında beraber oldukları Türk personele kendi evlerini açma dâhil her türlü yardımı gözü kapalı teklif etmektedirler. Hatta bazıları Türk personele, ülkenizde şu anda İran Humeyni Devrimi sonrası yaşananların anlatıldığı ‘Septembers of Shiraz’ filminde geçen her olay aynen yaşanıyor demektedirler.

NATO’da; Türkiye’de yaşanan son olayların ülkeyi batı değerlerinden kopartıp istikrarsızlığa sürüklemesinden korkuluyor. Darbe girişiminin hemen sonrasında 18 Temmuz 2016’da ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye’nin NATO’nun kurucu anlaşmasında belirtilen ittifak değerlerine (demokrasi, bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü) uygunluğunu kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğu uyarısı, bu korkunun belki de en net dışa vurumuydu.

Türkiye’nin rotası bu kez tamamen değişebilir

Türkiye içinde ve dışında yürütülen tamamen hukuksuz tasfiye uygulamalarının ülkeyi her geçen gün demokratik ve hukuk devleti olmaktan uzaklaştırdığı kanaati artık NATO çalışma ortamında nerdeyse ortak bir tespit haline gelmiştir. Yaşanan bunca şahsi mağduriyetten öte, NATO’da görevli yabancılar Türkiye’nin evrensel insani değerlerden uzaklaşıp Rusya ve İran gibi diktatoryal bir yönetim anlayışının hâkim olacağı bir eksene kaymasında endişe etmekte olduklarını sıkça dile getirmektedirler. Bu tespitte haksız da olmadıkları, son dönemde özellikle yabancı basında konu hakkında yayımlanan onlarca makaleden de anlaşılmaktadır. Türkiye’nin ekseninin bu kez cidden Amerika ve batıdan farklı bir yöne, TSK da dâhil edilerek kaydırıldığı artık herkesin ortak kanaati haline gelmiş durumdadır.

NATO’nun beklentisi ‘hukuk’

er1Sonuç olarak; uzmanlar Amerika dâhil Batı ile Türkiye arasında soğuk rüzgarlar estiğini söylüyor. Son gelişmeler ışığında iki taraf arasındaki ilişkilerin geleceğiyle ilgili beklentiler; Batı yönetimleri tarafından, Türk müttefiklerine bu çalkantılı dönemi atlatabilmeleri için her türlü desteği verecek, ekonomik, siyasi ve askeri konularda işbirliğine devam edeceği belirtiliyor, ancak tek şart olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hukuk çerçevesinde hareket etmesi bekleniyor.

Ayrıca TSK’nın en seçkin subaylarının; Anayasanın 129. Maddesinin 2. Fıkrası ve AİHS’nin 6. Maddesinde düzenlenen “Adil Yargılanma ve Savunma Hakları başta olmak üzere, “Kanunilik İlkesi” (AİHS 1. ve 7. Md., Anayasa 38.Md), “Etkili Başvuru Hakkı” (AİHS 13. Md.), “Hak Arama Hürriyeti (Anayasa 36. Md.)”, “isnadın bildirilmesi”, “isnadın belirliliği” ilkelerinin ihlal edilerek, kamu görevinden çıkarılmaları ve dahası suçun şahsiliği ilkesi ihlali ile Türkiye’deki ailelerinin mağdur edilmeleri ve hatta hiçbir listede adı geçmeyen bir personelin emirle Türkiye’ye toplantıya çağrılıp Genelkurmay kapısında derdest edilip iki hafta içerisinde hem tutuklanıp hem de meslekten atılması NATO’da Türkiye’nin mafyavari bir zihniyetle yönetilmeye çalışıldığı izlenimlerini oldukça kuvvetlendirmiş durumdadır.

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin